5 Mart 2012 Pazartesi

Her Şey Çok Güzel Olacak...

Aşk, o kadar romantik değildir belki de,
Maşuk, aynı yolda değilse eğer.
Güzel, o kadar güzel değildir belki de,
Özel bir çift göz, ona değmemişse eğer.
Tesadüfler, işe yarar değildir belki de,
Masallara inanan birileri, kalmamışsa eğer.
Ecel, çoktan yazılmıştır belki de,
Masum bebek, ilk şaplağı yemişse eğer.
En iyisi, inanmaktır belki de;
Her şey...

6 Şubat 2012 Pazartesi

Yalnız Bir Opera

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.


Murathan Mungan

27 Kasım 2011 Pazar

Yaşamak Ölmek

bir gün yüksek bir yere çıkıp konuşmaya başladım. doğumdan, yaşamdan, sevgiden, ölümden söz ettim.
sevgi, sevmek sizin elinizdedir. oysa öbürleri elinizde değildir, dedim..
doğmamak, ölmemek sizin elinizde değildir, dedim.
sevgisiz yaşamak yaşamamaktır dedim. yaşamak, dedim, ilkin sevgi ile, sevmek ile başlar, doğumla, doğmakla değil.. yaşam da sevgisizlikle biter dedim, ölümle, ölmekle değil..
şimdi sizlere “seven ölmez” diyorum.. yaşamakla ölmek konularının kavramları arasında sizleri, kendinizi yeniden gözden geçirmeye çağırıyorum dedim, ve indim.
dinleyiciler arasında büyük bir kavga çıktı. üç kişi öldü.
sordum, soruşturdum. ölenlerden biri “evet, seven ölmez” diyenmiş. öbürü buna karşı: “hayır, seven de ölür” diyenmiş.
ya üçüncü ölen? deye sordum.
o mu? dediler, anlattılar.
o, bunların ikisinin arasındaki tartışmanın sonucunu öğrenmek için bekleyenmiş.


Özdemir Asaf

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Ben Aslında Kötü Çocuktum da, Çevrem İyiydi.

Geçenlerde bir yerde duydum intihar eden insanların son konuşmaları ya da mektuplarına bakıldığında genelde "işimi kaybettim...", "eşim beni terk etti.." tarzı şeyler çıkıyormuş ortaya. Yani insanlar hayata tutundukları ana dallarından biri ortadan kalktığında yaşayamaz hâle geliyorlar. Hayat bize perspektifler sunuyor sanıyoruz, her şeyde bir derinlik arıyoruz ama esasında böyle bir şey yok. Hayat size, sizi, sizin değer verdiğiniz yargılar üzerinden yansıtmaktan başka bir şey yapmıyor. Bir nevi ayna görevi görüyor yani. Eş, iş, ev, araba, para, kariyer, moda, müzik, resim... ve daha nicelerinden oluşan bir aynalar topluluğu var ve hayatımıza bunlarda ki silüetlerimize bakarak yön veriyoruz. Bu aynalardan kendisi için en önemlisini kaybeden insan da artık hayatına yön veremeyeceğini düşünüp belki de kendine son bir iyilik yapıp tüm aynalarını kırmayı seçiyor.

Şimdi böyle diyorum diye intihar falan edeceğimi sanmayın çok beklersiniz :). Yaşamayı seviyorum ben bi kere, ama siktiğimin dalgasını bi türlü kotaramadım. Saçma sapan bi insan oldum ya, özellikle son dönemlerde. Benim bile kendime yakıştıramadığım şeyler yapıyorum bazen. Aynı insanlarla aynı mekanlara gidip aynı şeyleri yapmayı sosyallikten sayar olmaya başladım ve bunun farkına varmakta çok can sıkıcı. Ama asıl mesele bu değil, bu monotonluktan her şeye rağmen mutluyum bunun da farkındayım, asıl mesele kişisel. Ulan bir hobim bile yok ya. Sorsanız internette takılmak, kitap okumak, müzik dinlemek diycem başka bir şey yok. Bu mudur yani?

En son ne zaman bi sevgilim oldu? En son ne zaman aşık oldum? İlkinin cevabını cidden bilmiyorum o kadar uzun zaman oldu yani. İkincisini biliyorum da onunda üstünden epey bi geçti ben aşıkken mahallede kısa donla gezen çocukların, çocukları kısa donla geziyor şimdi. Duygusal olarak tezatlıklar içindeyim, kalabalığın içindeyken ki o neşeli halim yalnızken yerini hüzne karamsarlığa bırakıyor. Çok uzun zamandır bi kız için yoğun hisler hissetmiyorum mesela tabi küçük kıpraşmalar oluyor ama onları da bok etmeyi beceriyorum hemen...Bu da kendi kendimi sorgulamaya itiyor beni ve özgüvenimi zedeliyorum.

Çok yoruldum şimdi, daha fazla yazamayacağım bi ara devam ederiz :)

4 Ocak 2011 Salı

Vosvos Alacaktım Lan Ben

Camdan dışarıyı seyrediyordum. Manzara harika, kocaman apartmanlar, bir kaç araba, bir de kiralık 5+1 dubleks daire ilanı. Tek hareketli nesne o zaten, kuşlar var tabi bir de. Güvercinler. Bir tanesi geldi camın önüne kondu. Ürkerek bakıyordu bana, mutfağa gidip bir parça ekmek aldım, küçük parçalara bölüp camın önüne serpiştirdim. Yavaşca yaklaştı ve didiklemeye başladı, nedense fotoğraf çekme isteği hissettim, içeri girip makinemi aldım ve usulca yanına yanaştım, tam deklanşöre basacaktım ki uçup gidiverdi o ürkek kuş.

Biz canlıların böyle problemleri var, birine bir iyilik yaparsak bir şekilde ondan faydalanmak istiyoruz, ama benim tek amacım mutluluğumuzu ölümsüzleştirmekti. Valla bak. Asıl problem o gavattaydı bence, niye ona değer verdiğim halde bize mutluluğu çok görmüştü.

Canım çok sıkıldı, kendimi sokağa attım, amaçsızca yürüyor, boş gözlerle etrafı süzüyordum. Güzel bir sokaktı fakat ben ilk defa gideceğim bir adresi arar gibiydim. Arkamdandan yürüyen biri daha vardı, tedirgin etmişti beni ama aynı zamanda tuhaf bir güven veriyordu. Neden sonra hızlandı ve küçük adımlarla önüme geçti. Bir kaç insan yanaştı yanıma bu arada konuşamadım hiç biriyle yüzlerine bile bakamadım. Yavaşladı sonra o. Yanına vardım, ilk defa gördüğüm ama yıllardır tanıyormuşumcasına samimi bir yüz.

-selam
-selam.
-saatin var mı?
-var.

“var” dedi ama kaç olduğunu söylemedi bende sormadım zaten. Cebimde kağıttan yapma bir lale vardı, çıkardım verdim.

-ben çiçek sevmem.

Eve döndüm, beraber döndük. Seviştik. Ben seviştim, o sevişmedi. Daha önceleri hep tersi olurdu. Zordu, her iki durumda çok zordu. Ama bu daha çok acıtıyordu. Alınanlar hanesi boş olduğunda verilenlerin pek önemi yokmuş, yavaş yavaş öğrenmeye başlamıştım.

Uyuduk. Beraber uyuduk. İlk ben uyandım, baktım ikimiz de yatağın birer köşesindeydik. ‘bu yatak bu kadar büyükmüydü lan?’. Ben kahvaltıyı hazırlarken o da kalktı.

-kahve?
-sabahları kahve içmiyorum.
-çay ister misin?
-hayır.

Masaya oturdu, zeytinlerle oynamaya başladı, işaret parmağıyla boş bardağın üzerinde daireler çiziyordu, başı eğik. Salakça düşünceler doldu içime, ters bir şeyler vardı.

-gitmeyeceksin değil mi?
-hayır.

“Hayır” benim sorumun cevabı değildi. Anlayamadım gidecek mi gitmeyecek mi ya da işime gelmedi. Bardakla oynuyordu hâlâ.

-meyve suyu ister misin?
-istemiyorum.

Bir türlü memnun olacağı şeyi bulamıyordum. Nutella sever miydi acaba? En iyisi yeni
teklifler sunmaktansa onun talebini öğrenmekti.

-ne istiyorsun?
-gitmek.
-nereye gideceksin?
-bilmiyorum.
-o sokağa mı?
-hayır. bir daha gitmeyeceğim oraya.
-nereye gideceksen beraber gidelim
-olmaz.

Poşetten ekmeği çıkarıp böldüm. Bir parçasını önüne koydum, diğer parçasını kendime aldım. Dokunmadı bile. Kuş geldi aklıma ‘senin amına koyayım kuş’. Televizyon açıktı, ikimiz de konuşmadığımız için tek ses onunkiydi; “Tarkan’ın anlatımıyla büyük göçler”. Kız gidicem diyor ben göçtüm burda bundan büyük göç mü var amına koyım.

-bana bir taksi çağırır mısın.

Evet diyip, çağırmamayı düşündüm, böyle başlamamış mıydı zaten. Yüzüme bile bakmamıştı ama sorarken. Zaten senaryo da aynıydı. Kuş-ekmek-gitmek. Çıktığın yumurtayı sikiyim kuş, sen açtın bunları hep başıma.

-tamam
-sağol.
-kusura bakma canını sıktım, rahatsız ettim seni.
-yoo, hayır. sadece gitmek istiyorum.

Bu eski ‘hayır’lara benzemiyordu, zorunluluktan söylenmiş bir ‘hayır’dı resmen. Ancak anlamıştım golü yediğimi, onun zaten hiç gelmemiş olduğunu. Bir şey düşürdüm masaya o esnada. Baktım, baktık, ne diye. Aldım çöpe attım. Ekmek değildiki bu, bölüp yarısını ona veriyim. İyice gerilmişti.

-taksi çağıracaktın.

Çok düşündüm, o kısacık zamanda çok düşündüm, golü de yemişim zaten gelişine vur oğlum dedim en sonunda.

-eee, durağın kartı içeride masamım üzerinde neden kendin çağırmıyorsun?
(1-1)















Koltuğa geçip kumandayı aldım. Sırasıyla 3 ve 1’e bastım. Flash TV. Hassiktir benzine yine zam gelmiş. ‘Vosvos alacaktım lan ben’. Kuşa sövdüm fena sövdüm, uçabilmek vardı şimdi.
“Uçabilmek vardı.” demez olaydım. Ayaklarım yerden kesildi bedenim yokmuşcasına salınıyordum havada. Nasıl oldu lan bu derken, reklamlarda ki pişkinliyiğle kadir çöpdemir’in sesi.

-keşke başka bir şey dileseydin
-kirli abi yapma alla sen kafa mı buluyosun yaa?
-sevdim lan seni , ayarlıyayım mı kızı
-ne kızı abi ya vosvos istiyom ben
-siktir lan bi bok yok sana.

24 Aralık 2010 Cuma

Hayat Zor Lan!

Sıkıntıdayım bu aralar. "Hayat çok geliyor üzerime" deyip kurtulmak istiyorum ama yapamıyorum. Ben hep insanların şanslarını kendilerinin yarattıklarına inanmışımdır. Evet kader diye bir şey var fakat bence sadece başlangıç ve sondan ibaret, gerisi kişisel irade.

Benim sıkıntım da burada başlıyor işte; kalemim pek iyi değil kafiyelerle süsleyemedim baştan sona. Hayat filmlerde ki gibi değil, pozitif yönlü olmuyor her zaman tesadüfler, ilk görüşte aşklar ütopya, hep iyilerin kazanması yalan. Şirinler bile yok lan! ama Gargamel'lerin kazandığı bir düzen var. İlişkiler hep çıkar odaklı hale gelmiş, birine karşılık beklemeksizin bir iyilik yaptığınız da mal ya da sağılacak inek muamelesi görüyorsunuz. Samimiyetsiz bir samimiyet var ortada. Kime sorsanız haksızlığa gelemiyorum tatavası, siktir amına koyim işime gelmeyince çingar çıkartırım demiyor da bulmuş bi' kılıf haksızlığa gelemiyorum. Hayat zaten adaletsizliğiyle, haksızlığı kanıksamayı diretiyor bize. Fırsat eşitliği diye bir şey yok ki zaten yaşamın doğasında. Evet hepimiz doğanın imkânlarını kullanma konusunda eşit statüde olabiliriz, ama insanoğlu olarak birbirimizi sikmekten arta kalan zamanlarda dünyanın anasını sikmekle ilgilendiğimiz için araya başka bedeller girmiş durumda ve herhangi bir imkânı kullanma girişiminde bulunduğumuzda bir bedel ödemek zorunda kalıyoruz. Bu bedel de imkânın kriterlerine göre değişim gösteriyor, kimi zaman para, kimi zaman zeka, bazen yakışıklılık, bazen karizma vs. olabiliyor. Burada ne zaman hangi ata oynayacağınızı kestirebilmek önemli -ki ben daha becerebilmiş değilim-

Şarkılara benzetiyorum ben bu yüzden birazda hayatı. Hani eksik ya acıdan geçmeyen şarkılar biraz. Acıyla doldurmaya programlanmış hayat çukurlarınızı, siz kazmamış olsanız bile. Tepeler oluşturmaya bile kalkabiliyor bazen böyle de yüzsüz.

Sesim kötü, detone de oluyorum. Rafet El Roman gibi yanlış yerlerine vurgu yapıyorum birde kelimelerin, beceremiyorum lan şarkı söylemeyi...

19 Ekim 2010 Salı

Başlarken...

Aslında bunun üzerinde düşünülmüş vakit harcanmış bir yazı olması gerekiyordu ya da ne biliyim aslında gerekmiyordu da.
Şu an için söylecek pek fazla şeyim yok, beynimde fikir tomurcukları filizlenmiş değil daha ama bir yerden de başlamak gerekiyor değil mi? O yüzden bi' şiirle başlamak istiyorum;

Orda, birşey var uzakta,
Rüzgarı mı umutlarımızın,
Gölgesi mi karamsarlığımızın?
Ahmet Abi'dir belki de,
Ne çıkar parasını vermesede.
İçerlerdim, nedensiz yine,
Karafakimde boşalmış üstüne birde...

Buzumuz var en azından, bademimiz de,
Elit dünyaların, tekdüze fikirlerin;
Yarı aralanmış pencerelerinden bakan,
İşlevsiz organizmalardan değiliz, en azından;
Niyetimiz ciddi!


Ahmet Abi'ye selam eder, o bira tutan ellerinden öperim.